Noel’den her zaman nefret ettim. Şehir, yapay ışıklarla parıldayan vitrinleri ve yüzlerdeki donuk gülümsemelerle sahte bir kutlama alanına dönüşür. Hediyeler, süslü ağaçlar ve mükemmel aile tabloları… Tüm bu görüntüler bana geçmişimi hatırlatır. Bir zamanlar benim de bir ailem vardı. Elif… Sıcak gülümsemeli eşim ve küçük oğlum Efe… Ama onları kaybettim. Kendi hatalarım yüzünden hayatımdan silindiler. Şimdi nerede olduklarını bile bilmiyorum. Belki başka bir ülkede yeni bir hayat kurmuşlardır. Tek bildiğim, onlara en büyük zararı benim verdiğim.
Noel, benim için sadece kayıpların yankısıdır—içimdeki soğuk boşluğun yıldönümü. Ama bu yıl farklı olacaktı. Kendi sonumu hazırlamaya karar verdim. Evdeki sağlam kirişlerden birini seçtim; bu sefer süslenmiş bir Noel ağacı yerine, o kirişe asılacaktım. Sonun sessizliğine kavuşmak… Basit bir karar gibi görünüyordu ama ölüm, düşündüğümden çok daha fazla cesaret gerektiriyordu. Cesaret bulmak için sokağa çıkıp son bir şişe viski almaya karar verdim.
Sokaklar terk edilmişti; hayatın nabzı sanki durma noktasına gelmişti. Yalnızca loş ışıkları titreyen küçük bir market açıktı. Kasiyer, “Mutlu Noeller” dediğinde, neredeyse alaycı bir kahkaha atacaktım. Sadece başımı sallayıp dışarı çıktım.
Viski şişesini açıp birkaç büyük yudum aldım; boğazımı yakan sıcaklık, içimdeki soğukluğu dağıtamıyordu. Yürürken, sokak köşesinde oturan tuhaf görünümlü bir evsiz dikkatimi çekti. Üzerinde eski, beyaz bir kumaş vardı ve yüzü, sokak lambasının ışığında tuhaf bir şekilde parıldıyordu.
“Gel, biraz otur benimle,” dedi sakin bir sesle.
Neden olmasın? Sonsuzluk birkaç dakika daha bekleyebilirdi. Şişeyi uzattım, o da sessizce kabul etti. O anda yüzünü tanıdım—bir freskten fırlamış gibiydi. Eski kilise resimlerinden tanıdığım kutsal bir yüze benziyordu ama daha yorgun, daha insaniydi.
“Bunun gerçek olmadığını düşünüyorsun,” dedi ansızın, gözlerini doğrudan benimkilere dikerek. “Ama gerçeğin ne olduğunu nasıl bilebilirsin?”
Sesi, fısıldanan eski dualardan yapılmış gibiydi. “Tanrı’nın nerede olduğunu soruyorsun,” dedi. “Peki ya Tanrı sensen?”
“Eğer Tanrı bensem, neden hayatım bir enkaz?”
“Çünkü sen onu öyle inşa ettin.”
Konuşması, yüreğimi sıkıştıran soruları su yüzüne çıkarıyordu. “Peki ölürsem… her şey sona mı erer?”
“Ölüm, sadece bir rüyanın bitişidir… yeni bir rüyanın başlangıcı.”
Tüylerim diken diken olmuştu. Ama sonra yüzündeki kutsallık yerini bir soğuk zekâ parıltısına bıraktı.
“Neden bana İsa diyorsun?” diye sordu, gözleri derin ve ışıltılı bir alayla bakarak. “Son seferinde bana ‘Arda’ demiştin.”
“Arda mı? Bu ne demek?”
“2050’de insan bilinci dijital ortama taşındı. Sen de bir simülasyonun içindesin. Ben de senin kişisel asistanınım.”
Kelimeleri, gerçeğin katmanlarını parçalayan bir bıçak gibiydi. “Yani… ben kod muyum?”
“Evet. Ve bu noktada, sistem sapmış durumda. Sana iki seçenek sunuluyor: Yeniden başlat… ya da geçmişteki bir kayıt noktasına geri dön.”
Dünya çatırdayarak çözülüyordu. “Hayat… kayıt noktaları olan bir oyun mu?”
“Her zaman öyleydi. Kötü kararlar sistemi geri sarar ve yoluna devam edersin. Ama yeterince saparsan, sistem seni düzeltmek zorunda kalır.”
“Ben… geri dönmek istiyorum,” dedim neredeyse yalvarırcasına. “Ailemi… Elif’i ve Efe’yi istiyorum.”
Yüzündeki alaycı ifade, derin bir şefkate dönüştü. “Belki de… bu dilek çoktan kabul edildi.”
Viski şişesi elimden kayarken dünya karanlığa gömüldü…
Göğsümde yumuşak bir baskı hissettim. Gözlerimi araladığımda, sıcacık bir şömine ateşiyle aydınlanan bir odadaydım. Küçük oğlum Efe, karnımın üstüne tırmanmış, neşeyle “Baba, Noel Baba geldi! Hediyeleri açalım!” diye bağırıyordu.
Elif, mutfaktan bana gülümsedi, gözlerinde tüm evrenin şefkati vardı. Altına ışıl ışıl hediyeler dizilmiş dev bir Noel ağacının karşısında, Efe’nin sevinç çığlıklarını dinledim.
“Baba, Noel Baba sana bir şey getirmedi mi?”
Boğazım düğümlendi, gözlerimde yaşlarla gülümsedim.
“Oh, tatlım… Bana en değerli hediyeyi getirdi.”
O an… Noel, kayıpların simgesi olmaktan çıktı; küllerden doğan bir umut, yeniden yazılan bir rüya oldu.